2 Mart 1994 – DEP Milletvekillerinin Dokunulmazlıkları Kaldırıldı

2 Mart 1994 – DEP Milletvekillerinin Dokunulmazlıkları Kaldırıldı

Ahmet Türk, Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan, Mahmut Alınak, Sırrı Sakık…

Bugün, Kürt sorununun demokratik çözümünü politik ajandasının merkezine koyan DEPli milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Hatip Dicle ile Orhan Doğan, meclis kapısında gözaltına alındı.

***

Şimdi filmi biraz geri saralım ve DEP’lilerin tutuklanmasına giden sürece DEP’e, HEP’e ve Kürt milletvekillerinin parlamento maceralarına biraz daha yakından bakalım. 1983’te kabul edilen Siyasi Partiler Kanununun özellikle 81. maddesi, Kürtlerin ve ezilen tüm halkların haklarını savunan bir siyasi partinin var olma koşullarını ortadan kaldırıyordu. Bu yasa ile Türkiye’de Türklerden farklı bir halkın ve Türkçeden farklı bir dilin varlığını, haklarını savunmak şöyle dursun “ileri sürmek” dahi yasaklanmıştı.

Bu sebeple tam olarak “içlerine sinen” ve Kürt sorununun demokratik çözümü, tüm Türkiye’de demokratikleşmenin sağlanması gibi esas gündemlerini dile getirebilecekleri bir parti kurma yoluna gidememişlerdi. 1987 Genel Seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti içerisinde siyaset yapmaya başlayan bugün yakinen tanıdığımız Ahmet Türk, Mahmut Alınak, İbrahim Aksoy ve daha birçok isim SHP listelerinden milletvekili seçilerek parlamentoya girdiler. Ancak homojen bir yapıya sahip olmayan, içerisinde kemalistlerin, sosyal demokratların ve sosyalistlerin olduğu bir organizasyon olan SHP’de ilk günden itibaren Kürt milletvekillerine karşı biriken bir “öfke/tepki hali” söz konusuydu. Bunun kamuoyuna yansıyan ilk veya da en büyük örneği ise İbrahim Aksoy’un Türkiye-Avrupa Ortak Parlamento Komisyonu toplantısında “Türkiye’de bir Kürt sorunu vardır” demesinin ardından Başbakan Turgut Özal dahil tüm parti liderleri tarafından “bölücülükle” suçlanması ve SHP’den ihraç edilmesi vardır. Bu ihraç bir şeylerin bitmesi ve yeni bir şeylerin başlamasına kapı aralamıştı ancak esas hikaye 89 sonunda Paris’teki Kürt Konferansı’nın ardından başlayacaktı.
SHP içerisindeki 7 Kürt milletvekili Paris’te Kürt Enstitüsü’nün düzenlediği Kürt Konferansı’na katılmalarından ötürü “bölücülük” gerekçesiyle SHP’den ihraç edilmişti. İşte bu tarihi gelişme, SHP’de bir nevi “mecburiyetten” bulunan Kürt milletvekillerini, kendi partilerini kurmaya götürüyordu.

Tam bu noktada, yani 7 Haziran 1990’a geldiğimizde karşımıza tüzüğünün daha ilk sayfasında “işçilerin, işsizlerin, köylülerin, memurların, öğretmenlerin, demokrat, sosyal demokrat ve sosyalist aydınların, esnafın, zanaatkarın, baskı ve sömürüye maruz kalan halk kitlelerinin ve demokrasiden yana olan herkesin partisi” olduğunu belirten Halkın Emek Partisi çıkıyor.

Bir boyutuyla da HEP’in seçime girememesi için 20 Ekim 1991’de yapılma kararı alınan erken seçimlerde %10’luk seçim barajını aşamama ihtimalinin de etkisiyle SHP ile bu sefer bir grup politikacı olarak değil bir parti olarak ittifaka giren HEP’in 22 üyesi parlamentoya SHP listelerinden girdi. Ve SHP’nin DYP ile kurduğu koalisyon hükümetinin de doğalında bir parçası haline geldiler!

Ancak 6 Kasım 1991’e yani parlamentoda milletvekillerinin yemin edecekleri güne geldiğimizde yıllarca hafızalardan silinmeyecek bir krizle karşı karşıya kaldık çünkü o gün meclis kürsüsünde Hatip Dicle, milletvekilliği yeminine “Ben ve arkadaşlarım bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz” diyerek başlamıştı. Sıra Leyla Zana’ya gelmişti. Zana’nın yemin metninin hemen ardından bir çırpıda Kürtçe bir şekilde “yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına” yaptığını söylediği an artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı herkes tarafından anlaşılmıştı. Bu tarihi anın ardından tüm devlet erkanının ve dahi SHP’nin tepkileri neticesinde Hatip Dicle ve Leyla Zana SHP’den istifa etmişti. Bir süre sonra ise 1992 Newroz’unda bölgenin birçok ilinde yaşanan ölümlerin getirdiği “gergin havadan” ötürü 14 milletvekili daha SHP’den istifa ederek HEP’e katıldı.

O günkü SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, istifaların “samimi bir davranış olmadığını” söylerken HEP Genel Başkanı Feridun Yazar ise “hem Türkleri hem Kürtleri ezen devletin yapısını oluşturan yapıya karşı” (…) “mecliste grup kurarak daha geniş bir kitleyi kucaklayacaklarını” belirtmişti.

***

Bugün yani dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve iki milletvekilinin meclis kapısında gözaltına alınmasına gelene kadar neler olmuştu peki?

“Kürt realitesini” bir gün tanıyıp ertesi gün tekrar unutan devlet erkanından birçok kişiyle sık sık görüşen HEPlilerle bir defasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Öcalan’a “silah bırakırsanız, birşeyler yapılabilir” mesajını dahi göndermek istemişti.

Çok zaman geçmeden de daha önce defalarca kez, Öcalan ile süren çatışmaların son bulması için görüşmek istediklerini belirten HEPlilerden 6 milletvekili Öcalan ile görüşmüştü.

HEPliler, bölgede yaptıkları incelemeler neticesinde bütün sınırların mayınlandığını, yaylaların yasaklandığını, halka yiyecek ambargosu uygulandığını tüm bunların “halkı açık cezaevinden daha kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakmak” anlamına geldiğini vurgulamışlardı. Salt ideolojik nedenlerle değiştirildiğini belirttikleri Kürtçe yer isimlerinin tekrar verilmesi için meclise kanun teklifi sunmuşlardı. Meclisin işlevsizliğine vurgu yaparak parti genel merkezlerinde açlık grevine giren HEPliler “halka yönelik saldırıları” protesto etmişlerdi. Şırnak Tugay Komutanı Mete Sayar’ın bir telsiz konuşmasında “bu memlekette bunları gebertecek kimse çıkmadı, bu iş de bana kaldı!” şeklindeki sözlerinin basına yansımasıyla açıkça tehdit edilmişlerdi. Tüm bu hengameli süreç içerisinde HEP’e, daha sonra HEP’e katılacak olan ÖZEP ve ÖZDEP’e kapatma davaları açılmıştı. Ve 14 Temmuz 1993 günü geldiğinde ise HEP kapatılmıştı.

***

HEP’ten sonra siyaset sahnesinde bu sefer Demokrasi Partisini gördük ve bugüne yani 2 Mart’a bir adım daha yaklaştık.

DEP’in başına gelenler de HEP’inkilerden farklı değildi. İnsan Hakları Derneği’nin 19 Şubat 1994’te vurguladığı üzere “çok kısa aralarla partinin ilçe, il ve genel merkez binaları artarda bombalanmış, parti yetkililerinin açık istemine karşı parti binalarına güvenlik görevlisi verilmemiş, verilmiş olanlar ise çekilmişti.” Tüm bu saldırılarla 1991-1994 yılları arasında HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştü. Ancak 5 Eylül 1993’e geldiğimizde ise bu siyasi cinayetlerin hangi boyutlara ulaşabileceği gözler önüne serilmişti. O gün DEP Mardin Milletvekili ve DEP Batman İl Yöneticisi Metin Özdemir Batman’da uğradıkları silahlı saldırıda hayatlarını kaybettiler.

Ancak saldırganlar veyahut da saldırıyı organize eden eller durmamıştı, Sincar ailesinin Mardin’de taziye kurdukları evlerine içeride DEP Milletvekili Leyla Zana’nın da bulunduğu esnada bombalı saldırı düzenlemişlerdi. DEP Kurucu Genel Başkanı Yaşar Kaya gözaltına alınıp tutuklanmıştı. DEP Milletvekili Sırrık Sakık’ın “Hedef bendim!” dediği Muş’taki köyü yakılmıştı.

***

Tüm bu yaşananlar, DEP’in sonunun da HEP’inkine benzeyeceğini gösteriyordu ve sonunda DEP de kapatma davasıyla karşı karşıya kalmıştı. Yalnız bir farkla bu sefer milletvekillerinin dokunulmazlıkları da kaldırılmak isteniyordu. Dokunulmazlıklarının kaldırılmasının sadece ve sadece çatışma ortamını büyüteceğini, barış ve çözüm umudunu azaltacağını belirten DEPlilerin aksine bu “davanın savcısı rolünü üstlenen” Başbakan Çiller ise dokunulmazlıkların kaldırılmasına parti olarak evet oyu vereceklerini defaatla belirtiyordu.

Ve bugün 2 Mart 1993…

Fotoğraf: AA

Ahmet Türk, Hatip Dicle, Leyla Zana, Mahmut Alınak, Orhan Doğan ve Sırrı Sakık’ın dokunulmazlıkları, DYP, ANAP, RP, MHP ve BBP’nin köklü ve tarihsel ittifakıyla kaldırıldı.

Görüşmeler esnasında söz alan Leyla Zana “(…)Hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmadığımızı ve burada olduğumuzu; Türk ve Kürt halklarının kardeşliğinin, çıkarının bu düşüncelerde olduğunu gördüğümüz için düşüncelerimizi ortaya koyacağımızı ve bunları sonuna kadar savunacağımızı belirtmek istiyorum.” dedi. Savunma yapmama gerekçesi olarak da 3 yıl önceki yemin krizine gönderme yapan Zana “Bu kürsüde savunma yapmayacağım çünkü hiçbir zaman bu kürsü bize açık olmadı ve kimse bizi dinlemedi.” dedi. O esnada DYP, CHP, MHP sıralarından “Kim konuşturmamış Sayın Başkan?” soruları salonda yankılanmıştı!

Hatip Dicle ise genel kuruldaki konuşmasında: “(…) Ben inşaat mühendisiyim ve bizler baraj projelerini yaparken şunu düşünürüz: Eğer deşarj kanalları -toplumsal gelişmeler de böyledir- demokratik kanalları açmazsanız, suyun fazla gelen debisi, o barajı yıkar. Onun için statükoculuk tarih boyunca mahkûm edilmiştir. Toplumun demokratik kanallarını açmak gerekir. Bunu, tarihî bir sorumluluk olduğu için söylemek istiyorum; bu bir. İkincisi; bir mücadelede, bir siyasal sorunun çözümünde, şiddet alanıyla, barışçıl alan birbirlerine alternatif iki alandır. Bileşik kaplar esasına göre, birini bastırırsanız, diğeri yükselir. Bu, tarihî gerçeklerle sabittir. Yani siz, barışçıl alanı, demokratik alanı, kapamaya, tıkamaya giderseniz, şiddet alanını beslersiniz.(…)” dedi.

Orhan Doğan ise “(…) iradeleri ipotek altına alınan ve bu nedenle özgür olamayan sayın üyelere de kırgın olmadığım gibi az sonra yapılacak oylamada lehte oy kullanacak arkadaşlara da kırgın olmayacağım. Onların da bir gün demokrasiye ihtiyaçları olacağını ifade etmek istiyorum.” diyerek başladığı sözlerini, “Nasıl ki, tek çiçekli bir bahçe, tek sazlı bir orkestra olamaz ise Türkiye insanının da tek tip düşünmesi beklenmemelidir. Nasıl ki, bir bahçede allı morlu, yeşilli ve sarılı çiçekler aynı renk ve özellikleriyle hep bir arada, usta bir bahçıvan gözetiminde yaşayabiliyorsa, Türk ve Kürt halkı da kendi özgün kimlik ve kültürünü geliştirerek, bir arada yaşama şansına sahiptir hâlâ. Nasıl ki bir orkestrada onlarca farklı ses ve saz, usta bir şef yönetiminde yönetilebiliyor, o halde Türk ve Kürt halkları da aynı seslerle çok renkli ve çok sesli yaşama hakkına sahiptirler.” şeklinde sürdürdü.

Söz alan bir diğer isim olan Sırrı Sakık ise “(…)Dokunulmazlıklarımızı kaldırırsınız, kaldırmazsınız, artık çok önemi yok ama gerçekten bizim tek korktuğumuz şey halkın yargılamasıdır, tarihin yargılamasıdır. Biz, vicdanen, kalben çok rahatız ve inanıyoruz ki halk, bütün gerçekliğiyle bu olayları bir gün araştırma ve soruşturma hakkını görecektir, bunu yakalayacaktır; bundan hiç kuşkum yok!(…)” dedi.

Sırrı Sakık konuşması esnasında “Kürt halkı dediğimiz için hakkımızda idam davaları açılıyor, partimiz kapatılıyor, milletvekilimiz öldürülüyor; ama, bu ülkenin Cumhurbaşkanı ‘Kürt halkı’ diyebiliyor, bu ülkenin Başbakan Yardımcısı ‘Kürt halkı’ diyebiliyor(…)” dediği esnada MHP Kayseri Milletvekili Mustafa Dağcı araya girerek “Kökü Türktür, kökü, hepsinin atası birdir.” dedi.

Lehte oy kullanan vekilleri gördüğünde “(…)Dokunulmazlığımı kaldırmaya mecbursunuz çünkü ilahlar böyle istiyor!” diyen Mahmut Alınak’a ek olarak Ahmet Türk ise meclise geliş serüvenlerinden bahsetti ve “(…)Ben dört dönemdir milletvekili olarak Meclise geliyorum. Son seçimde cezaevinden geldim. Sağ çıkarsam, halkın iradesiyle yeniden geleceğim!” dedi.

DEPlilerin sözlerinin ardından milletvekilleri Ahmet Türk, Hatip Dicle, Leyla Zana, Mahmut Alınak, Orhan Doğan ve Sırrı Sakık’ın dokunulmazlıkları kaldırıldı. Hatip Dicle ile Orhan Doğan meclis kapısında siyasi polislerce gözaltına alındılar!

DEPlilerin dokunulmazlıkların kaldırılmasının ve DGM Başsavcısı Nusret Demiral’ın tabiriyle “gözaltına değil muhafaza altına” alınmalarının hemen ardından ise diğer partilerden açıklamalar, demeçler gelmeye başladı. Başbakan Tansu Çiller, “meclisin üzerine düşen görevi yaptığını” söylerken Demirel ise yorum yapmadı. Karayalçın, “gözaltının doğal bir sonuç” olduğunu vurguladı. SHP Grup Başkanvekili Ercan Karakaş ise “Yaşanan olaylar son derece üzücüdür.” dedi.

****

Kim bilir yıllar sonra belki de 30 yıl sonra 2 Mart 1994’te yaşananlar, demokratik siyasete yapılmış bir “2 Mart Darbesi” olarak nitelendirilecektir.

Benzer Yazılar

Faili meçhul cinayetleri araştıran DEP vekili Sincar Batman’da öldürüldü

Haberler 3 ay önce

DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, faili meçhul cinayetleri araştırmak üzere gittiği Batman’da öldürüldü. ANKARA– Batman’da yeniden tırmanışa geçen faili meçhul cinayetleri araştıran ve aralarında DEP Milletvekillerinin de bulunduğu gruba silahlı saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar ve DEP Batman İl Yönetim Kurulu üyesi Metin Özdemir öldürüldü. Saldırı sonrasında Batman’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak, belediye hoparlörlerinden anons edilirken, şehrin belirli konumlarına zırhlı askeri araçlar yerleştirildi. ‘CİNAYET İŞLENENE KADAR ORTADA TEK BİR POLİS YOKKEN, OLAYDAN ÜÇ DAKİKA SONRA OLAĞANÜSTÜ ÖNLEMLER ALINDI’ Batman’da faili meçhul cinayetleri araştırmak için yürütülen çalışmalar kapsamında kendilerine hiçbir güvenlik görevlisinin eşlik etmediğini hatırlatan DEP Milletvekili Leyla Zana, “Ne ilginçtir ki cinayet işlenene kadar ortada tek bir polis yokken, olaydan üç dakika sonra olağanüstü önlemler alındı” ifadelerini kullandı. BAŞBAKAN ÇİLLER: ‘DEVLET OLAYA HEMEN EL KOYMUŞTUR’ DEP Milletvekili Sincar ve parti yöneticisi Özdemir’in öldürülmesinin ardından Bakanlar Kurulu olağanüstü toplandı. Cinayete dair açıklama yapan Başbakan Tansu Çiller […]

Bizim onur tutanağımız, onların utanç tablosu

Haberler 3 ay önce

Özgür Gündem Özgür Gündem yayına başladığında nelerle karşılaşacağını, hangi baskılara göğüs germek zorunda olacağını biliyordu. Fakat halkların sesi, emekçilerin sesi, kadınların, çocukların, düzene muhalefet edenlerin, işkence görenlerin, köylerinden sürülenlerin, düzene karşı sesini yükseltmek isteyenlerin bir sesi, kürsüsü olmalıuydı. Sahibinin sesi haline gelen yazılı ve görüntülü medyaya, Mehmetçik Gazetecilere aykırı bir ses çıkmalıydı. Bu ses ve kürsü olma görevi Gündeme düştü. Gündem bütün çalışanlarıyla bu görevi üstlendi, yüklendi ve bugüne kadar taşıdı. Taşımaya da devam etmeye kararlı. Geçmişte karşılaştığı baskıları göğüslemeyi nasıl göze aldıysa bundan sonra karşılaşacağı baskıları da göğüslemeye hazır olacaktır. Gündem çıktığından bugüne kadar muhabirinden, yazarına, dağıtıcısından, teleksçisine kadar hangi baskılar, tehditler, katledilmelerle karşılaştığını hatırlamak bundan sonra neleri göğüslemeye hazırlandığı konusunda iyi örnektir. 1992 yılı, Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik ihlallerin en fazla yaşandığı yıllardan biri oldu. Türkiye’de hiçbir dönemde olmadığı kadar çok sayıda gazeteci yaşamını yitirdi. 1992 yılı içinde 11 gazeteci uğradıkları silahlı saldırılar sonucu yaşamını yitirdi. Öldürülen gazetecilerden […]

Cağaoğlu’nda çalışan hamallar öfkeli!

Haberler 3 ay önce

Faik Bulut İstanbul- Cağaloğlu’nun arkalarında bir sokak. Saat sabahın 7.30’u. Yaklaşık 40 kişilik bir grup sabahın ayazında bekliyor. Hepsi yorguni, hepsinin yüzündeki çizgiler yaşam koşullarının izini taşıyor. Bir kamyonet yaklaşıyor bekleyen insanlara. Koşuluyorlar. Kamyonettekiler içlerinden güçlü görünen birkaçını seçip alıyor. Geride kalanlar yeni bir kamyonet ya da iş verecek birinin yolunu gözlüyorlar umutla. Burası Cağaloğlu hamallarının durağı. Hergün okunup bir tarafa bırakılan gazetelerin, dergilerin, kitapların, taşıdığımız kimliklerin, duvarlardaki, masalardaki takvimlern velhasıl basılı her kağıdın içinde bu hamalların emeği ve alınteri var. Çünkü önce kağıdı onlar sırtlıyor, boyayı onlar taşıyor, makineler onların alınteriyle yerine getiriliyor. Basılı kağıtları yerlerine ulaştıran da yine onlar. Cağaloğlu hamallarıonın çoğu Niğdeli. Niğde’ye yatırım yapılmadığı için büyük şehre göç ettiklerini söylüyorlar. Fakat büyükşehirde büyük iş bulmak da o kadar kolay değil. Bu nedenle hamallık yapmaya başlamışlar. Kimi 10 yıldır, kimi 30 yıldır yapıyor bu işi, kimi de yeni başlamış. Günde 70-80 bin lira kazandıkları halde “Onların yırtık dökük […]

0 Yorum

Yorum Yaz

Rastgele