Saatler eleştiriye değil tanıtıma ayarlı

Saatler eleştiriye değil tanıtıma ayarlı

METİN SEVER – Özgür Gündem

Son iki yıl içinde şiir üzerine araştırma-inceleme yapan kitap sayısı 4’ü, 5’i geçmiyor

“Doğu’da bir köyde, ilkokul kılınan bir yerde, öğretmenlerden biri kara tahtanın üstüne bir harita asmış. Dönmüş bakmış ki, bütün sınıf, dehşete kapılmış. Göller, ırmaklar, denizler dökülecekler diye. Öğretmen haritayı indiriyor hemen ve masanın üzerine yatırıyor boylu boyunca. Oh! çocuklar rahatlamışlar…” Şair Ece Ayhan, kendisiyle yapılan bir söyleşide bu öyküyü anlattıktan sonra şu saptamayı yapıyordu: “Bu topraklarda ‘soyutlayarak düşünmek’, ‘soyutlama düşüncesi’ hiç olmamıştır. Düşünce’nin temel niteliği yok.”

Çok az satılmalarına karşın son iki yılda basılan şiir kitaplarının toplam sayısı 100’ün üzerindeyken, şiir üzerine yapılan inceleme ve araştırmaların 45 tane olması.

Ece Ayhan’ın bu saptamasının edebiyatın ve düşüncenin birçok alanında olduğu gibi şiir düzleminde de doğruluyor. Son iki yılda yaklaşık 100 şiir kitabı yayınlanmış. Bu kitapların 20 tanesi Cem, 12 tanesi Korsan, 10 tanesi Belge, 5 tanesi Remzi, 12 tanesi Broy, 6 tanesi Telos, 6 tanesi Piya, 4 tanesi Papirus, 10 tanesi Adam, 6 tanesi Varlık, 30 tanesi Şiir Atı, 6 tanesi İnsancıl, 4 tanesi ise İskenderiye Kütüphanesi yayınları arasından çıkmış. Bu dönemde şiir üzerine yapılan inceleme ve araştırma kitapları ise 4-5 taneyi geçmiyor. Bunların arasında ilk akla gelenler ise Özdemir İnce’nin “Söz ile Yazı”, ve “Tabula Rosa”sı ile Ahmet Oktay’ın, Ahmet Arif’in üzerine yaptığı çözümlemenin yer aldığı “Karanfil e Pranga”. Bir de bunlara Enis Batur’un, “Tahta Troya”da Ece Ayhan şiiri üzerine yaptığı uzun ve çözümlemeyi eklemekte fayda var.

Neden, Türkiye’de şiir eleştirisi çok sınırlı? Şair sayısının oldukça kabarık olduğu bir toplumda şiir eleştirisinin olmamasının nedenleri neler?

Ahmet Oktay, “Bu alanda gözle görülür bir isteksizlikten söz edilebilir. Öyle sanıyorum ki, eleştirmecilerimiz, uzun zaman alacağı için bu türden olumlu çalışmalara girmiyorlar. Bir de yalnızca şiir kuramı üzerinde çalışan eleştirmeciler henüz yok. Göstegebilimin, yorumsamacılığın, yapısalcılığın yaklaşımlarından yararlanan, kısalıklarına rağmen önemli gözlemler getiren yazılar bulunmasına rağmen şiiri biricik sorun olarak geçen eleştirmeci neredeyse yok gibi” diyor. Şair Özdemir İnce ise, eleştirinin değil tanıtımın öne çıktığı düşüncesinde, “Bir şiir kitabını eleştirmek güç bir iştir. Şiir tarihini bilmek, bir oranda felsefeden anlamak, eleştiri yöntemlerini bilmek, bunların hepsinden de fazla şiiri sevmek gerekir. Ama insanlar artık eleştiriye bakarak kitap almıyorlar. Kitaplar ve yazarlar artık bir çeşit meta olarak promosyonlarla tanıtıyorlar. Türkiye’de bugünkü koşullar altında iyi bir şiir eleştirmeninin çıkması epeyce güç. Çünkü saatler eleştiriye göre değil tanıtıma göre ayarlı” diye düşünüyor.

Attila İlhan’a göre ise Türk edebiyatı “apandist olmuş”, toplumsallaşamadığı için “kapalı devre” yayın yapıyor. İlhan, 1940’lardaki şiir eleştirisinin günümüzden çok daha iyi olduğu görüşünde. “1948’de be ‘Duvar’ı yayınladım. Nurullah Ataç aradan bir hafta geçmeden kitap üzerine yazı yazdı. Beni ve Turgut Uyar2ı lanse eden Nurullah Ataç’tır. Şimdi böyle bir şey yok, ama bu patırtıyı koparacak adamda yok” diyor.

“Türkiye’de edebi eleştiri yok ki şiir eleştirisi olsun. Dünyada eleştirmenler edebiyatın önünde gider, biz de ise tam tersidir” diyerek eleştiri yokluğunu sadece şiirle sınırlamayan Atilla İlhan: “Bizde düşünce üretimi ya siyasidir ya da yoktur. Edebi olarak yazmaya başlayanlar da daha sonra siyasi yazılar yazmaya başlıyorlar. Çünkü, edebiyat kapalı devre. Bu gelişmeler, eğer edebiyat, toplum tarafından benimsenirse olur. Edebiyatı körbağırsak haline getirirsen eleştirmeni de olmaz. Bu yapısal bir sorun. Ama bakla bir yığın futbol eleştirmeni var.” derken çarpıcı bir gerçeğe dokunuyor.

Enis Batur ise, yazılan şiirlerin düzeyinin çok düşük olmasının en büyük nedenleri arasında şiir eleştirisinin olmamasını görüyor. “Şiirin nasıl oluştuğu üzerine kafa yormayan bir toplum, şiirini üretirken de derinleşemez. Vurkaç üslubunda yazılmış bir şiir dili ortalığa egemen olmaya başlıyor. Çünkü şiir eleştirisi bir kontrol mekanizmasıdır. Doğru işlemeye başladığında, şiir yazan insanın ondan öğreneceği çok şey vardır. Bu yapılmadığı zaman ortaya bir başıbozukluk çıkıyor. Herkes, ‘yazdım oldu’ sendromuna kapılıyor. Şiir, sadece haz ölçüsü içinde değerlendiriliyor. Sonuçta, sadece şiir eleştirisi değil, şiirin kendisinden de yoksun kalıyoruz” diyor.

Benzer Yazılar

Dilin özgürleşmesi

Okumalıklar 3 ay önce

RAGIP ZARAKOLU- Özgür Gündem 1492 insanlık tarihinde bir dönüm noktası. Büyük keşfin, yeni dünyanın zapt edilmesinin, tarihteki en sürekli yağma, talan ve zulmün başlangıç yılı. İspanyol fatihlerinin torunları keşif efsanesinin 500’üncü yılını gösterişli bir biçimde kutlamaya hazırlanırken, kıtanın eski sahipleri ve daha sonraki kölelerinin torunları ise sömürgeciliğin, soykırım ve zulmün 500. yılını protesto etmeğe hazırlanıyorlar. Canlı tartışmalar sırasında sömürgeciliğin tarihi ve kapsamı da gündeme geliyor. Birçok toplumun sömürgecilik olgusunu farklı zaman boyutlarında, farklı biçimlerde ve kimisinde geç bir dönemde yaşadığına işaret ediliyor. Sömürgecilik kavramı aslında Türkçe’de yanlış bicinde “sömürmek” kavramından türetildiği için, abes ve aptalca tartışmalara da yol açıyor. “Kim kimi sömürüyor?” ya da “Kim kimin sömürgesi?” veya “Kürdistan sömürge olabilir mi?”  türünden sorularla abesle iştigal olunuyor. Bir devletin uyruklarını başka bir ulusun yaşadığı topraklarda iskan etmesi, yönetimi ele alması, halkını köleleştirmesi, her türlü zenginliklerini yağmalaması ve kendi doğal evrimini engellemesi olgusunu, batıda kullanılan “kolonyalizm” kavramı ya da bunun Osmanlıcası […]

Küstah Ermeniler Küstah Bulgarlar

Okumalıklar 3 ay önce

MUSA ANTER- Özgür Gündem Basınımızda sık sık rastlanır bu tabirlere, “Küstah Ermeniler” “Küstah Bulgarlar” “Küstah Ermeniler ne yapmış biliyor musunuz?” Karabağ’da birçok Türk köyünün adını Ermeniceye çevirmişler. “Küstah” ve “Kaba Bulgarlar” da Bulgaristan’da aynı şeyi yapmışlar. Peki saygıdeğer Türkler doğu ve güneydoğuda ne yapmışlar? Yahu değil Kürt köylerinin adını Türkçeye çevirmek, Kürtlerin kendi baba adlarını çocuklarına takmasını yasak etmişler. Yalan mı? Parti başkanlarımız Tahmin ediyorum başka hiçbir ülkede parti başkanları bizimkiler gibi doğru konuşmaz.  ANAP lideri Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel için “üvey baba” sonra da “sahte baba” diyor. DYP lideri Süleyman Demirel de Mesut Yılmaz için “huysuz evlat” diyor. Peki yalan mı? Ecevit Apocu olmuş Sayın Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral duymasın. Korkarım Ecevit’i de 22 Kürt kökenli milletvekiline katarak idamını isteyecektir. Bakın, 24 Mayıs 1992’de Ecevit Van’da ne diyor? “Ben Kürt kimliğini inkar etmiyorum. Herkesin karşı olduğu bir dönemde ben Kürt sözcüğünü de Kürt vatandaşlarımızın kimliğini de kültürünü de […]

Gündem’de biz varız artık!

Okumalıklar 3 ay önce

Özgür Gündem Bizler dört bir yana dağılmıştık. İnanın hiç umudumuz yoktu. Neden mi? Köşe başlarını tutmuş gazetelerden. Sevgili Metin Münir’in dediği gibi devletin beşinci kolu haline gelmiş basın organlarından. Büyük, küçük savalar vermiş ama en güçlü en iyimser en dirençli olan arkadaşlarımızın bile “artık bizim gibi adamlar bu ortamda ve bu dönemde varolmazlar.” dediklerine tanık olmuştuk. Hep o bilinen ve korkulan olmuştu yine: Kötü gazetecilik iyi gazeteciliği kovmuştu. Özü erkinde olması gereken gazeteci, holding gazetelerinin birer maaşlı elemanı olmuştu. Doğru bildiğini yazmaktan şaşmayan o insan, bugün geçim korkusunun yılgı bekçisi olmuştu. İşte ortam buydu, devran böyleydi ki bizim gibi insanlardan bir haber aldık: “Bırakın kara kara düşünmeyi de hemen atlayıp gelin. Yeni bir gazete çıkartıyoruz. Adam gibi bir gazete. Çabuk olun.” Biz gazeteciler çocuk gibiyizdir. Hele düşüncelerimizin doğruluğuna sıkıca inanmışsak, iç sevinçlerimizi korumasını iyi bilmişsek hemen doğrulur başımız. İşte tam öyle oldu. İçimizdeki cevahir daha kararmamıştı, karartamamışlardı. Bir koşu Özgür Gündem’in çıkartılacağı binaya geldik. Semt Kadırga’ydı. […]

0 Yorum

Yorum Yaz

Rastgele